O Harfi – Deyimler ve Anlamları

Soru-CevapKategori: Deyimler SözlüğüO Harfi – Deyimler ve Anlamları
DS sordu 4 yıl önce

1 Cevap
Alfa cevapladı 4 yıl önce
Ocağına düşmek: Birine yardım etmesi için yalvarmak, koruması için sığınmak. “Ocağına düştüm ağam, beni bu işten ancak sen kurtarırsın!”

Ocağına incir dikmek: Birinin evini barkını dağıtmak, düzenini alt üst etmek, yuvasını yıkıp toparlanamaz hâle getirmek. “Ben de senin ocağına incir dikmezsem dedi ama dediğine pişman oldu.”

Ocağını söndürmek: Ailenin dağılmasına sebep olmak, çoluk çocuğunu yok etmek. “Ocağımı söndürdü katiller!”

Oğul balı: 1. Evlât, evlâdın ana babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı bal.

Oğul vermek: Oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp başka bir kovana gitmek, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek.

Okkalı kahve: Bol kahve ile yapılmış ve büyük fincana konmuş kahve. “Bir okkalı kahve daha çek usta!”

Okka çekmek: Hacminden daha fazla ağır gelmek.

Okkanın altına girmek: Haksız yere eziyet çekmek, zarar ve ceza görmek. “Uyanık ol da okkanın altına gireyim deme, tamam mı?”

Ok yaydan çıkmak: Geri dönülemeyecek bir iş yapmak, söz söylemek ya da bir harekette bulunmak. “Ok yaydan çıktı bir kere, çaresiz dövüşeceğiz.”

Olan biten: Olup geçenler, olanların hepsi, meydana gelenler. “Olan bitenden hiç haberim olmadı.”

Oldu bittiye getirmek: Emrivaki yapmak, geri dönülmesi güç ve imkânsız bir durum oluşturmak. “Oldu bittiye getirerek tarlayı satın aldılar.”

Oldum bittim (veya oldum olası): Başından beri, öteden beri, ilk zamandan beri, kendimi bildiğimden beri. “Oldum bittim kızarım bu adamlara.”

Oldu olacak kırıldı nacak: “Olanlar oldu, iş işten geçti, olanlar geri dönülemeyecek bir durum aldı, bunu kabul etmek gerek” anlamında kullanılır.

Olmayacak duaya amin demek: Sonuç vermeyecek bir işle uğraşmak ya da buna destek vermek.

Olur olmaz: 1. Meydana gelmesinden hemen sonra. 2. Rast gele, sıradan. 3. Gerekli gereksiz, yerli yersiz, önemli önemsiz durumu gözetilmeden yapılan (iş) ya da söylenen (söz).

Oluruna bırakmak: Bir işin yapılabildiği, olabildiği kadarıyla yetinmek, müdahale etmeden bekleyip sonucuna ne olursa olsun razı olmak. “Artık oluruna bıraktık işi.”

Omuz omuza: 1. Birbirine destek vererek, dayanışarak. 2. Yan yana, çok sıkışık. “Omuz omuza vererek bu zorluğun altından kalkmamız mümkün.”

Omuz silkmek: Aldırmamak, önem vermemek, benimsememek. “Sana bunu alacağım dedim ama o, omuz silkti.”

On parmağında on kara: İnsanlara leke sürmeyi, kara çalmayı, iftira atmayı huy edinmiş (kimse).

On parmağında on marifet: Çok hünerli, becerikli, ustalığı çok, elinden her iş gelir.

Onuruna dokunmak: Onurunu, haysiyetini incitmek. “Dikkatli ol, birinin onuruna dokunacak iş yapma.”

Oralarda (oralı) olmamak: Anlamamış, sezmemiş gibi davranmak. “O sözler ona söyleniyordu ama hiç oralı olmadı.”

Ortada kalmak: 1. Yersiz yurtsuz kalmak, barınacak yer bulamamak. 2. İki şey arasında kalmak. 3. (Bir şeyi) kimse üzerine almamak. “Belediye evlerini yıkınca çoluk çocuk öylece ortada kaldılar.”

Ortadan kalkmak: 1. Görünmez, bulunmaz olmak. 2. Yok olmak. “Sis ortadan kalktı.”

Ortadan kaybolmak: Nereye gittiği bilinmemek, sezdirmeden gitmek, görünmez hâle gelmek. “Ali ortadan kayboldu.”

Orta hâlli: Ne zengin ne yoksul, ne iyi ne kötü, ne çirkin ne güzel. “Onlar orta hâlli bir ailedirler.”

Ortalığı birbirine katmak: Kargaşa çıkarmak, herkesi birbirine düşürmek. “Şimdi gelip ortalığı birbirine katacak diye korkuyorum.”

Ortalık düzelmek: Tedirginlik kalmamak, toplum içindeki karışıklık yok olmak. “Çok şükür ortalık düzeldi.”

Ortalık karışmak: Kargaşa çıkmak, toplumda düzensizlik baş göstermek. “Ortalık yine karıştı, insanlar birbirine girdi.”

Orta malı: 1. Herkesin yararlandığı (şey). 2. Her isteyenle ilişkide bulunan. “Benim bisikletim orta malı mı ki herkes binmeye çalışıyor.”

Ortaya dökmek: 1. Gizli olan ne varsa açıklamak. 2. Çıkarıp göstermek. “Bütün sırlarını ortaya dökmek için harekete geçti.”

O tarakta bezi olmamak: Bir şeyle, bir işle ilişiği bulunmamak, o şeyle ilgilenmemek. “O tarakta bezi olacağını hiç sanmam.”

Ot yoldurmak: Çok güçlük çıkarmak, zor bir iş gördürmek, çok uğraştırmak.

Oya koymak: Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak. “Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar.”

Oy birliği: Bir toplantıya katılan, bir meseleyi konuşan kimselerin aynı düşüncede olup aynı yönde oy kullanmaları. “Sınıf başkanını oy birliği ile seçtik.”

Oyuna gelmek: Aldatılmak, tuzağa düşürülmek. “Onların oyununa gelmemeye çalış, dikkatli ol.”

Oyunbozanlık etmek: Mızıkçılık etmek, birlikte yapılması gereken işten tek taraflı vazgeçmek. “Oyunbozanlık etme de gel birlikte eğlenelim.”

Oyun etmek: Aldatmak, kurnazlıkla birini tuzağa düşürmek. “Bana kötü bir oyun ettiler.”

Cevabınız

3
+
7
=







Başa dön tuşu