Ç Harfi – Deyimler ve Anlamları

Soru-CevapKategori: Deyimler SözlüğüÇ Harfi – Deyimler ve Anlamları
DS sordu 4 yıl önce

1 Cevap
Alfa cevapladı 4 yıl önce
Çaba göstermek: Bir işi başarmak için uğraşmak, kuvvet harcamak. “Çaba göstermeden amacına ulaşamazsın.”

Çağ açmak: Yeni bir gidişin, tutumun öncüsü olmak; evrensel bir gidişe yol açmak. “İstanbul’un fethiyle yeni bir çağ açıldı.”

Çakar almaz: İşe yarar gibi görünse de aslında yararsız, bozuk olan. “Çakar almaz bir tabancayla bizi korkutacağını sanmıştı.”

Çakı gibi: Canlı ve atik, çevik. “Çakı gibi delikanlı olmuş.”

Çalımından geçilmemek: Çok kibirli, kurumlu olmak; büyüklük taslamak, gösteriş yapmak. “Adamın çalımından geçilmiyor, ona laf anlatmak çok zor.”

Çalım satmak (caka satmak): Büyüklük taslamak, kurularak davranmak.

Çalıp çırpmak: Eline ne geçerse (az ve çok) çalmak, bu yolla kazanç sağlamak. “Yoksul kalınca çalıp çırpmaya başladı.”

Çam devirmek: Farkında olmadan karşısındakini kıracak ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek, davranışta bulunmak. “Onun da çam devirmede üstüne yok hani.”

Çam yarması: İri gövdeli insan.

Çanak tutmak (açmak): 1. Söz ve davranışlarıyla kavgaya, kargaşaya yol açmak. 2. Dilenmek. “Onun bu işe çanak tutmasına fırsat vermeyeceğim.”

Çanak yalayıcı: Dalkavuk, çıkarı için dalkavukluk eden. “Çanak yalayıcılar gün geçtikçe artıyor.”

Çan çan etmek: Gerekli gereksiz sürekli konuşmak, yüksek sesle devamlı gevezelik etmek. “Başımda ne çan çan edip duruyorsun, kes artık şu sesini.”

Çanına ot tıkamak: Bir daha sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma sokmak. “Elbet sizin de çanınıza ot tıkayacağım gün gelecek.”

Çantada (torbada) keklik: “Ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmiş sayılır” anlamında kullanılır. “Beni çantada keklik sanıyor ama yanılıyor.”

Çaptan düşmek: Önceleri iyi olan durumu sonradan bozulmuş olmak; çalışma gücü, verimi tükenmiş olmak. “Adamın bir ayda çaptan düşeceğini sandılar.”

Çar çur etmek: Gereksiz, lüzumsuz yere harcayıp tüketmek. “Paranı sakın çarçur edeyim deme.”

Çarıklı erkânıharp: Daha ziyade öğrenimi olmayan ama kafası çalışan, kurnaz ve uyanık köylüler için şaka yollu kullanılır.

Çark etmek: Dönmek, geri dönmek. “Birkaç adım sonra çark ediniz.”

Çarkına okumak: Bozmak, çalışamaz hâle getirmek, zarar vermek; birine büyük kötülük yapmak. “Eline alır almaz saatin çarkına okudu.”

Çarşamba pazarı: Her şeyi açıkta olan, karmakarışık yer. “Etrafı çarşamba pazarı gibi yapmış çocuklar.”

Çarşaf gibi: Dalgasız, dümdüz ve durgun. “Deniz çarşaf gibiydi.”

Çat kapı: Aniden, beklenmedik bir anda. “Oturuyorduk, çat kapı çıkageldiler.”

Çat pat: 1. Ara sıra. 2. Yarım yamalak, biraz. 3. Vakitli vakitsiz, uygunsuz zamanlarda. “Çat pat okuması var diye mektubu ona uzattılar.”

Çayı görmeden paçaları sıvamak: Ham hayaller kurmak; henüz zamanı gelmediği hâlde yapılacak bir iş, meydana gelebilecek bir olay için hazırlıklara girişmek. “Durun bakalım hele, çayı görmeden paçaları sıvamayın, bir haber ulaşsın önce.”

Çehre züğürdü: Çirkin, suratsız, yüzü yakışıksız. “Oğlanı çehre züğürdü bir kızla evlenmek zorunda bıraktılar.”

Çekeceği olmak: Çok acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir olmak. “Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var.”

Çekidüzen vermek: Karışıklığı, dağınıklığı, başıbozukluğu gidermek. “Kendine bir çeki düzen vermelisin artık.”

Çekip çevirmek: Yönetmek, düzene sokmak, hâle yola koymak, çalışmasını sağlamak. “Tek başıma bu işi çekip çeviremem ki!”

Çekip gitmek: Savuşmak, bırakıp gitmek, kimseye danışmadan ayrılmak. “Aradığını bulamayınca çekip gitti.”

Çekirdekten yetişme: Bir işi küçük yaştan, çıraklıktan başlayarak öğrenme ve o işte ustalaşma. “Ali, çekirdekten yetişmiş bir marangozdu.”

Çekişe çekişe pazarlık (etmek): Bir malı ucuza almak, ya da pahalıya satmak için titizce uzun süre yapılan pazarlık. “Babam çok istediği atı alabilmek için, atın sahibiyle çekişe çekişe pazarlık etmeye başladı.”

Çelme takmak: 1. Ayağını bacağına geçirerek yıkmaya çalışmak. 2. Bir işin gelişmesini engellemek veya bir kimsenin iyi yürüyen işini bozmak. “Sakin sakin giden arkadaşını çelmek takarak yere düşürdü.”

Çene çalmak: Gevezelik ederek, çok konuşarak vakit geçirmek. “Komşu kadınları çene çalmaya bayılırlar.”

Çenesi düşük: Geveze, çok konuşan, gereksiz şeyler söyleyen. “Senin kadar çenesi düşük bir adam daha görmedim.”

Çenesi kuvvetli: Söylemekten yorulmayan, söylediği sözlerle kendisini dinletmesini bilen. “İyi hatip, acaba çenesi kuvvetli hatip midir?”

Çene yarıştırmak: Karşılıklı gevezelik etmek, boş konuşmak. “Sizinle çene yarıştırılmaz doğrusu.”

Çetele tutmak: Hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çekmek. “Ahmet amca, veresiye verdiği mallar için çetele tutmaktan usanmıştı.”

Çetin ceviz: 1. Kırılması zor, kabuğu sert ceviz cinsi. 2. Yola getirilmesi, yenilmesi zor rakip; başarılması güç iş. “Şimdi anlıyordu rakibinin ne deneli çetin ceviz olduğunu.”

Çevir kaz (kazı) yanmasın: Karşısındakini kıracak bir söz söylediğini fark edip de çevirmeye kalkışanlara şaka yollu söylenir.

Çıban başı: 1. Çıbanın patlamak üzere olan tepe noktası. 2. Kötü sonuçların, uygunsuzlukların ana sebebi. “Bu işte çıban başı mı olmak istersin?”

Çıfıt çarşısı: Türlü kötülüklerin, hile ve düzenlerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer. “Daireyi çıfıt çarşısına çevirenler tek tek bulunmalıdır.”

Çığır açmak: Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir tutum, izlenecek yöntem bulmak. “Bilim adamları kanserle mücadelede çığır açmak için kolları sıvadılar.”

Çığırından çıkmak: Yoldan sapmak, doğru ve uygun gidişten ayrılmak, artık düzelemez hâle gelmek. “İşler çığırından çıkmadan önlem almalıyız.”

Çıkar yol: Çare, en tutarlı çözüm yolu. “Sınıf geçebilmek için tek çıkar yol ders çalışmaktır.”

Çıkış yapmak: Bir tartışma esnasında etkili söz ve sert davranışlarla düşüncelerini belirtmek. “Ani bir çıkış yaparak herkesi şaşırttı.”

Çıkmaza girmek: Çözümlenemeyecek, içinden çıkılamayacak bir duruma düşmek. “İşler, hiç ummadıkları bir anda çıkmaza girdi.”

Çıngar çıkarmak: Gürültü patırtı, karışıklık ve kavga çıkarmak. “Çıngar çıkarmadan oturtun şu kadını.”

Çıt çıkarmamak: Çok sessiz olmak, hiç ses çıkarmamak, gürültü yapmamak. “Çocuklar korkudan çıt çıkarmıyorlardı.”

Çiçeği burnunda: Çok taze, yeni koparılmış. “Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler.”

Çifte kumrular: Birbirini çok seven ve birbirinden ayrılmayan kimseler. “İşte çifte kumrular geliyorlar.”

Çiğlik etmek: İnsana yakışmayan; olgunluğa, yaşa uygun düşmeyen yersiz ve kaba davranışlarda bulunmak. “Bir çiğlik edip de toplantıyı berbat edecek diye ödüm kopuyor.”

Çiğ süt etmiş olmak: Soysuz ve namussuz olmak. “Bu yürek yakıcı işi yapmak için çiğ süt emmiş olmak gerek.”

Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: “Herhangi bir suç işlemedim ki korku duyayım, işi eksik yapmadım ki olumsuz sonuçtan kaygılanayım” anlamında kullanılır.

Çile çekmek: Üzüntü, eziyet, acı ve sıkıntı içinde yaşamak. “Annen seni büyütünceye kadar ne çileler çekti biliyor musun?”

Çile çıkarmak: 1. Sıkıntılı bir işin veya durumun sona ermesini beklemek. 2. Tasavvufta bir müridin belli bir eğitim safhasından geçmesi. “Çile çıkarmayan mürit olgunlaşamaz.”

Çileden çıkmak: 1. Çok öfkelenmek, olan bitenler karşısında dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek. 2. Çile süresini bitirmek. “Ben çileden çıkmadan çabuk terk edin burayı.”

Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu hâlde bulunan insanların her biri, herhangi bir sebeple bir yana dağılmak. “Silâh sesini duyunca çil yavrusu gibi dağılmaya başladılar.”

Çirkefe taş atmak: Edepsiz, geçimsiz, kaba saba kimsenin tepkisine yol açacak davranışlarda bulunmak. “Şu çirkefe taş atıp da başını belâya sokmadan gir içeri!”

Çivi kesmek: Çok üşümek, donmak. “Çocuklar soğuktan çivi kesmişlerdi.”

Çizmeden yukarı çıkmak: Bilmediği, aklının kesmediği, yetkisinin dışında bir işe kalkışmak; haddini bilmemek. “Kes artık, çizmeden yukarı çıkmaya başladın.”

Çocuk oyuncağı: Önem verilecek değerde olmayan, kolay iş. “Dereyi geçmek mi? Çocuk oyuncağı benim için.”

Çocuk oyuncağı hâline getirmek: Bir işi sık sık değiştirip verilmesi gereken önemde ele almamak, küçümsenir duruma getirip değerinden düşürmek. “Ne biçim adamlarsınız siz, bu güzel işi çocuk oyuncağı hâline getirdiniz!”

Çoğu gitti azı kaldı: İşin en güç, en önemli, en büyük kısmı bitti, kalanı önemsizdir. “Ha gayret çocuklar, çoğu gitti azı kaldı.”

Çok görmek: 1. Esirgemek, bir kimseyi o şeye değer bulmamak. 2. Bir kimsenin yaptığını, davranışını yadırgamak. “Gel, çok görme bana bu işi.”

Çoluk çocuk elinde kalmak: Genç, tecrübesiz, çocuk denecek kişilerin yönetimi altında yaşar durumda olmak. “Ülke çoluk çocuk elinde mi kalacak? Allah korusun!”

Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip, çocukları dünyaya gelip, onlarla uğraşır olmak. “Vay canına! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocuğa karışmış! Zaman ne çabuk da geçiyor.”

Çorap söküğü gibi gitmek: Başlayan bir işin birbirine bağlı diğer bölümlerinin kolaylıkla halledilmesi. “Hele bir başla sen, bak nasıl çorap söküğü gibi gidecek iş.”

Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan bir iş ya da hizmette az da olsa çabası, emeği bulunmak. “Haydi durmayın, çorbada sizin de tuzunuz bulunsun!”

Çömlek hesabı: Güvenilmez, yanlış hesap. “Senin yaptığın çömlek hesabı, bir muhasebeciye havale et işi.”
Çuval gibi: Kaba ve seyrek, bol ve ütüsüz. “Pantolonun çuval gibi olmuş.”

Çürüğe çıkmak: 1. İşe yaramaz olduğu, sağlam olmadığı anlaşılarak bir yana atılmak. 2. Sağlığı el vermediği için askerlik görevine alınmamak. “Çürüğe çıkmak için can atanlar da yok değil bugün.”

Çürük tahtaya basmak: Tedbirsiz hareket edip, kötü sonuçlanacak bir işe girişmek.”Allah kimseyi çürük tahtaya bastırmasın.”

Cevabınız

4
+
9
=







Başa dön tuşu