Bireyselcilik
Bireyselcilik, genel bir deyişle, modern eşitlikçi toplumlar bağlamında ortaya çıkan ve bireyi merkeze alan bir anlayışın, bir değerler sisteminin ifadesidir. İlke olarak, bütünün (toplum) parçalarına (bireyler) aşkın bir gerçekliğe sahip olduğunu varsayan ve hiyerarşik esasta kurulmuş geleneksel toplumları karakterize eden holist anlayıştan bir kopma hareketidir. Bu anlamda tarihsel bir olgu niteliği taşır.
Gerçekten de modern birey anlayışının bir tarihi vardır. Bu anlayış, genel olarak XV. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Rönesansla birlikte, insanın dünyada yaşama ve kendini tasarlama tarzında bir değişiklik ortaya çıkmaktadır. Birey, kaderi üzerinde belirleyici bir rol oynayan geleneksel güçlerden sıyrılmaya, ‘Ben’ demeye başlamaktadır.
Daha önceki toplumlarda (ilkel, antik, ortaçağ, vb.), doğumundan itibaren bir ilişkiler dokusu tarafından sarmalanan ve tüm var oluşu sosyal grubu (aile, aşiret, klan, kast, etnik grup, vb.) tarafından belirlenen insan, kendisini aşan ereklere tabi olarak yaşamaktadır. İnsanın bu konumunu değiştirerek birey haline dönüşümü aşamalı bir şekilde gerçekleşmiştir (R. Dumont).
İlk olarak, dünyaya (mevcut düzene) kıyasla bir kopma hareketi (Hıristiyanlık) şeklinde başlamış ve uzun süren bir ‘kuluçka’ döneminden sonra İnsan Hakları düşüncesi (Hobbes, Locke, vb.) ve Aydınlanma felsefesi içersinde gelişmiştir.
Bireyselciliğin tarihinde, insanları cemaatlerin hakimiyetinden kurtaran sekülerleşmenin de önemli bir yeri olduğu genellikle kabul edilmektedir. Öte yandan bireyleşme, birey haline gelme, “modern içselliğin oluşumuyla, yani içsel bir derinlikle donatılmış varlıklar olduğumuz duygusunu kazanma ve buna bağlı olarak ‘ben’ olduğumuz görüşüne varma” olgusuyla ilişkilendirilmektedir (Taylor).
Dubois ve Beauvois (2002), geniş ve dar anlamda bireyselcilik ayrımı yapmaktadırlar. Onlara göre geniş anlamda bireyselcilik, ideolojik düzlemde, insani varlığı, kişiyi bir birey gibi gören bir özne modelidir; bu modelde birey, diğerlerinden, sosyalden farklılaşmış bir bütün (ünite) olarak ortaya çıkar, bizzat kendi varlığında özerklik (veya kendi kendine yeterlik), kişisel gelişim, vb değerleri taşır, tüm değerlerin temelidir.
Dar anlamda bireyselcilik, geniş anlamda bireyselciliğin, toplumun temelleri düzeyindeki bir sonucudur (eğer tersi değilse). XVII. yüzyılda J. Locke gibi İngiliz filozofları tarafından ortaya konmuş bu bireyselcilik, tercihen, kolektif amaçlardan daha değerli gördüğü bireysel amaçların ve mutluluğun gerçekleştirilmesine öncelik verir. Çoğu kez bu konuya eğilen yazarlar, bu farkı gözden kaçırmakta ve geniş anlamda bireyselciliğin nitelikleri arasında dar anlamda bireyselciliğe de yer vermektedirler.
Yazarlar ayrıca ‘sosyal düzenin ve siyasal iktidarın meşrulaştırılması konusuna ilişkin moral teori’ olarak tanımladıkları felsefi bireyselcilik ile zamanın ideolojik ambiansında kolektif ve bireysel gerçeklik karşıtlığına dayanan birtakım görüşler bütünü olarak beliren doksolojik bireyselciliği ayırdederler.
Beauvois (1994) Batı toplumlarındaki aktüel doksolojik birey-selciliğin, liberal bireyselcilik olduğunu ve bu bireyselcilikte bireyin emekçi, asker, hasta, öğrenci, taraftar, vb. değil, özü itibariyle bir seçmen-tüketici olduğunu öne sürmektedir.
Günümüzde evrensel bir model olarak sunulan bireysellik, kişiyi, Batı dünyasında tarihin belirli bir döneminden itibaren içine soktuğumuz bir kalıp gibi nitelendirilebilir. Dolayısıyla bu kalıba girip birey haline gelen kişi, her şeyden önce egosu ve benlik bilinci tarafından karakterize edilen bir bütündür.
Tarihsel, biyolojik, psikolojik ve sosyal bagajını kendine özgü bir tarzda bütünleştiren apayrı bir birimdir. Bireyselci düşüncede, birey emprik bir özne gibi veya insan türünün bireysel bir örneklemi gibi değil, kendisinde insanlığın yüksek değerlerini taşıyan ‘moral, özerk, bağımsız bir varlık’ gibi düşünülür.
Bu anlamda birey, bir kurgudur, sosyal olarak inşa edilmiştir. Her inşa gibi, bireyselliğin inşasında da belirli özellikler öne çıkarılmıştır, bu özelliklerden en temel olan üçü tekillik, özerklik, iç-sellik olarak sıralanabilir. Bu özellikler, daha yakından ele alındığında ‘liberal birey’ kurgusuna tekabül etmektedir.
Zira kendini biricik, tekil, farklı olarak görmekte, özerk ve bağımsız olduğuna inanmakta, dolayısıyla kendi kendine yeterli olduğu inancını taşımakta ve olayların nedenlerinin kendi içinde olduğuna inanma eğilimi taşımaktadır. Modern toplumların değerler sisteminde, bireysel sorumluluk esastır ve insanın dünyayı kendisinin şekillendirdiğine inanması, kısacası kendisi de inşa edilen bir varlık olarak dünyasını inşa etmesi söz konusudur.
Bireyselcilik başka açılardan da kavranabilir. Kültürel açıdan, literatürde bireycilik-toplulukçuluk boyutunda ele alınan bireyselcilik, psikolojik açıdan, aynı bir kültür içinde bireysel bir yatkınlık veya eğilim olarak görülmektedir (Hui, 1988).